Sanat yolculuğum, filozof John Locke’un Tabula Rasa (boş levha) anlayışıyla başladı. İnsan zihninin doğuştan boş olduğunu ve yaşam boyunca deneyimlerle şekillendiğini savunan bu düşünce, beni kimlik, toplum ve bireysellik üzerine derin bir sorgulamaya itti. Descartes’in doğuştan gelen bilgi ve sezgilere vurgu yapan görüşüyle birleştiğinde, zihnimizin hem genetik miras hem de toplumsal etkilerle biçimlendiğini fark ettim.
Sanatım, bireyin bu kalıpların ve kodların farkına vararak kendi “özgün Ben”ini keşfetme sürecini yansıtıyor. Toplumun dayattığı doğrulara sıkışmış birey, kendi iç sesini duyduğunda gerçek dönüşüm başlıyor. Resimlerimde, bu uyanış anını ve sonrasındaki özgürleşme yolculuğunu anlatıyorum. Kendini tanıma, bireysel dönüşüm ve özgün kimlik arayışı, eserlerimin temelini oluşturuyor.
Sokrates’in “Kendini tanı, evreni de tanırsın” sözüne yürekten inanıyorum. Çünkü insan, ancak kendi iç dünyasını tanıdığında hem dünyayı hem de yaşamı daha derin bir farkındalıkla kavrayabilir.
Bu serideki her eser, kendi kimliğini keşfetmeye cesaret eden, toplumsal normları sorgulayan ve özgür ruhunu açığa çıkaran bireylerin hikâyesine ışık tutuyor.
